Ana Sayfa Hüseyin Özgür Arslan, Köşe Yazıları, Kültür&Sanat 28 Mart 2023 45 Görüntüleme

SENARİST KİMDİR VE SENARYO NEDİR?

Kendimize “Senarist kimdir?” ve “Senaryo nedir?” diye iki soru sorduğumuzda bu iki soruyu ilk anda ve kısaca;
senarist bir sanatçıdır
senaryo bir sanat eseridir
diye cevaplamak mümkündür. Fakat bu iki genel tanım bize senaristin kim ve senaryonun ne olduğu konusunda pek
yol aldırmaz. Çünkü aynı soruları edebiyat alanında “roman” ve romancı”, tiyatro alanında “oyun yazarı” ve “tiyatro oyunu” için sorsaydık, yine benzer cevapları alacaktık. Sorularımızı her üç (drama) alanının üretim tarzları düzeyinde özelleştirmemiz çok daha açıklayıcı olacaktır. Dolayısıyla sorularımızı sinema için özelleştirecek şekilde ve diğer drama alanlarıyla üretim ilişkileri düzeyinde kıyaslayarak ilerletmemiz çok daha doğru olacaktır. Bilindiği gibi, sinema yaklaşık 110 yıl önce pelikül filme kaydedilen ve hareketli görüntülerle yapılan reprodüksiyonel (teknoloji ve teknikle yeniden üretilen) bir sanattır. Sinemanın bu yeniden çoğaltılan özelliği roman için de geçerlidir. O da
matbaanın icadından (yaklaşık) iki yüzyıl sonra ortaya çıkmış bir sanattır. Her iki dramatik ürün çeşitli aşamalardan geçerek izler-çevrelerine (seyirci veya okuyucu) ulaşır. Örneğin senarist de romancı da ürünlerini bir alfabe kullanarak yazar ve daha sonra yapımcı veya yayıncıya teslim ederler. Daha sonra da roman için matbaa,
senaryo için film çekimi aşamaları başlar. Fakat her iki dramatik ürünün geçtiği bu aşamalardaki benzerlikleri de biçimseldir. Çünkü romancı, (ister elle, ister daktilo veya bilgisayar) hangi teknolojiyi kullanırsa kullansın, sonuçta bir dilin alfabesini ve dilbilgisi kurallarını kullanıp, bir edebi söylem yaratır ve eserini kağıda geçirir. Romancı, romanını yazım sürecinde (genellikle) tek başına çalışır ve romanını bitirir. Metni yayınevine teslim ettikten sonra romancının işi bitmiş olur. Gerisi artık “dış metin” dediğimiz, birkaç aşamadan geçen ve romanın bir kitap haline getirilmesi sürecidir. Roman daha sonra dağıtıma girer ve okuyucuna ulaşır. Senarist de kullandığı dilin alfabesi ve dilbilgisini kullanarak senaryosunu yazar. Fakat senarist bu araçları sinematoğrafik bir söylemin nasıl yaratılacağını ifade etmek için kullanır. Senaryo bittiğinde senaristin işi bitmiş olsa da senaryo daha filme giden yolun başındadır. Senarist, yazdığı senaryoyu yapımcıya teslim edildikten sonra bu senaryo üstüne çalışmaya başlayacak diğer yaratıcılar (film, görüntü, sanat ve müzik yönetmenleri, oyuncular, vb.) onun üzerine çalışmaya başlayacak ve onu film haline getireceklerdir. Yani, senaryo filme giden yolda bir alt aşamadır. Önemli bir aşamadır ama (maalesef!) bir alt aşamadır! Yaratıcıların çoğu eserlerini genellikle tek başına bitirmek isterler. Romancılar bu duyguyu çok iyi bilirler. Fakat reprodüsiyonel bir sanat olan sinemada yaratıcılar bir arada çalışarak filmi ortaya çıkartırlar. Senaristin (veya tiyatrodaki oyun yazarının, vb…) bir romancıdan ayrılan en önemli yanı budur. Senarist kağıt üzerine yazdığı senaryosunun, daha sonra başka yaratıcılar tarafından film haline getirileceğini baştan bilir. Senaristin yazdığı senaryonun filmin bir alt aşaması olduğunu ve daha sonra onun eseri üzerinde diğer yaratıcıların çalışacağını bilmesi, bir romancının bir romanı tek başına yazma duygusundan oldukça farklı bir duygudur.
Senaryonun romandan farkını anlatan ve sık sık verilen bir örneği burada anmamız yerinde olacaktır. Sinema yazınında, senaryo için, “Dünyanın hiçbir kütüphanesinde filmi çekilmemiş ama klasik olmuş bir senaryo yoktur” diye çok kullanılan bir söz vardır. Bu doğrudur, çünkü bir senaryonun yazılıp okuyucu için basılmasının pek bir
anlamı yoktur. Senaryolar ancak film olunca sinema (ve kültür) tarihinde yerlerini alırlar. Yukarıda, romancıların, başka yaratıcılarla çalışmayı pek bilmedikleri(!) bir ortaklaşmacı bir yaratım duygusundan bahsetmiştik. Nitekim bu duygu edebiyattan sinemaya yapılacak uyarlama çalışmalarında sık sık ortaya çıkar. Edebiyatçılar, ürünlerini sinemaya aktaracak sinemacıları hep kuşku ile karşılarlar. Bu kuşku, tek başlarına yarattıkları eserin onlar tarafından bozulabileceği kaygısı yüzündendir. Fakat bu yanlıştır. Çünkü kimse bir eseri bozmak için işe başlamaz.
Bu yüzden senaristler, romancıların duyumlarıyla davranmamalıdırlar. Romancı yayınevine romanını teslim ettikten sonra, romanın başına matbaa veya dağıtımda çok az şeyler gelir. Oysa sete çıkan bir senaryonun başına çok şey gelebilir. Senarist bunları bilmek ve ona göre davranmak zorundadır. Senaryo filme giden yolda bir alt aşamadır, demiştik. Demek ki kağıt üstündeki bir senaryo, sadece daha sonra hareketli görüntülerle kayda alınacak görüntülerin, 29 harfle yazılmış bir taslağıdır. Bu taslak, bir anlamda, daha sonra yapılacak bir bina için bir mimarın çizdiği plana (veya makete) benzer. Kağıt üzerinde planı çizilmiş bina ne kadar somutsa, kağıt üzerindeki bir senaryo da o kadar somuttur. Peki, sinemacılar herhangi bir dilin “yazı alfabesini kullanmak zorunda mıdırlar? Bu soruyu “hayır” diye yanıtlamak mümkün değildir. Fakat sinemacılar, filme giden yolda ve senaryodan yola çıkarak başka birçok sanatın alfabe veya tekniklerini de kullanırlar. Yazı alfabesi bu anlamda yaratıcılar arasında iletişimi sağlayan en garanti yollardan biridir ama yetersizdir. Bu yüzden sinemacılar senaryo bittikten sonra mimar, ressam, grafiker, fotoğrafçı, vb. yaratım alanlarının tekniklerine de başvururlar. Yeri gelmişken film yönetmenini tanımlamakta yarar. Bu gerekli, çünkü bazı senarist adayları senarist ve yönetmen olma duyumlarını da birbirine karıştırmaktadırlar.
Şüphesiz bir film yönetmeni de, bir film yapma süreci içinde, bir senaryo üstünde belli bir işbölümü altında çalışan, alanlarında uzman yaratıcıların zihinsel ve fiziksel ürünlerini (bir sentezle) birleştiren bir yaratıcıdır. Film yönetmeni de bir anlamda çeşitli yaratıcıların orkestrasını yöneten bir şef gibidir. Bir alt aşamada senarist de
aslında aynı orkestrasyonu yapar. Aradaki fark, senaristin vardığı sonuçları kağıda, film ise yönetmenin filme kaydetmesidir.

Yorumlar

Tema Tasarım | Osgaka.com