Ana Sayfa Köşe Yazıları, Kültür&Sanat, Prof.Dr.İnanç Özgen 26 Nisan 2023 378 Görüntüleme

“Kuşlar da gitti” “Kürtler dil bilmezler ama kuşlara bayılırlar”

Yaşar Kemal’in güzel ve okunası bir kitabı. İsmi; “Kuşlar da gitti.” Kitapta Kemal, Azat Buzat geleneğinden bahsediliyor. İlk defa rastladığım ve oldukça ilginç, kuşları özgürlüğe kavuşturma teması ile hayır yapma temasına dayanan bir gelenek. İstanbul’da çok eskiden beri süregelen, ancak gelinen tarihsel dokuda güncelliğini yitiren ve artık uygulamada kalmayan bir nostalji.

Tabi bu kitapta geçen ve “petaniya” olarak adlandırılan, yani büyük kuşları yakalamak için yem olarak ayakları bağlanarak gökyüzüne salınan küçük kuşların tuzak olarak kullanılması ifadesi de sözcük dağarcıkları için bir yenilik içeriyor. Bu tuzak yöntemi ile ağlara büyük kuşları çekilerek,  kafeslere yerleştiriliyor ve satış için cami, havra ve kiliselerin önüne götürülüyor. Yazar bu geleneğin artık eskisi gibi uygulanmadığını bir sitem olarak kitabın orta kısımlarında, kitaba ismini veren, “Kuşlar da gitti” ifadesi ile dile getiriyor.

Yani insanların eskiden daha başka olduğunu, sevgiyle dolu olduğunu, daha yufka yürekli ve acıma hissiyle dolu olduğunu söylüyor. Yeni Cami, Karaköy, Eminönü’nün bir zamanlar uçan kuşlarla dolu olduğunu söylüyor. İnsanların kuşları özgürleştirme ritüellerinde doğaya yakınlığın önemli bir kriter olduğunu da dile getiriyor. Kiliselere, havralara artık uğrayanların kalmadığını, pazardan pazara birkaç kişi, ölümden ölüme uğradığını, camilerden çıkan çember sakallı, başları inadiyeli, korkunç öfkeli yüzleri ile diş gıcırdatanları, Süleymaniye’nin güler yüzüne hiç yakışmadığını, bu asık ve ölüm suratlılarının mı kafesteki küçük kuşlara acıyıp azat buzat edeceklerini sorguluyor.

Aslında Kemal, burada din sosyolojisini de sorguluyor. Yani camilerden çıkan insanların güler yüzlü olması, öfkeli bir surat hali ile kıyafete ve şekle indirgenmiş bir din adamı profilinde olmaması gerektiğini, kendi bakış açısıyla insanların bu gibi görünüşte olan dindar kesimden, öfke ve hiddet hissiyatı çıkararak, söz ikliminde doğa ve hayvan severlerin onlara olan bakış açısını ortaya koyuyor.

Eyüp’ün fakir kesiminde acımanın kaldığını, Taksim’in kalabalığında, hiç mi birkaç kişi yok, bu kuşları azat buzat edecek ve sevaba ortak olacak diye de sitem ediyor.

İnsanlık öldü mü?” diye de sorguluyor hayatı. Ve cevabı da kendi veriyor. “Ölmedi, ama bir yerlerde sıkıştı ve kaldı kaldı” diyor.

Nerede sıkıştır kaldı, nerede acaba diye de sorgulamadan da edemiyor. Camiden çıkan insan profiline de bu kısımda yine atıfta bulunuyor ve betimleme yapıyor. Camiden çıkarken bir insan neden Allah’la dövüşmüş gibi camiden çıkar ve olanca nurunu içerde bırakır ve ruh halini dışardakilere yansıtır, diye de sorguluyor.

Burada kendi görüşümü dile getireyim:

“Evet, yıllarca din adamının asık suratlı, üç kağıtçı ve toplum değerlerinden yoksun olarak resmedilen bu ifade iklimi, sadece dindar kesim içerisinde, Allah ile korkutmayı İslam’ın birinci önceliği olarak gösteren kişiler tarafından oluşturulmuştur. İnsanları cehennem teması ile korkutarak, insanların gerim geril gerilmesini teşvik eden bu anlatı, İslam’ın cennet, güzellik, merhamet ve insan sevgisi öğretilerinin hep bu korku yönüyle baskılanmasını sağlamıştır. Ayrıca; başta Türk aydını olarak geçinen ama din adamını yobaz ve insan sevgisinden mahrum bir profilmiş gibi gösteren kitlelere de asık suratlı ve şekilci Müslüman din adamı vasfında, İslam’ı kötüleme fırsatı vermiştir.”

Gelelim yine kitaba.

Yazar Kuşlarda gitti ifadesinde Taksim’in şehir yaşamında ki kalabalıklığına da dem vuruyor. Taksim’de birbirini ezenler, yerlere tükürenler, sümkürenler, düşman yüzlüler, suratları bin parça olup birbirlerinin yüzüne yiyeceklermiş gibi bakanlar, insanlıktan nasip almamış kalabalık kitlelerle birlikte, kuşların da gittiğini, giden kuşlarla insanlığında kalmadığına değinilmiş.

Yazar insanlığın uçtuğuna dem vururken, ardından bir umut perdesini de kendi bakış açısıyla aralamıyor da değil. Bu aşamada, fabrika önünde dağılan işçiler de, sebze halinde emekçi kürt hamallar da, yani ezilen ve hayatta yorulan işçi insan profilinde belki bir kuş uçuracak umut kalmıştır diye de ifadesini ortaya koyuyor. Burada belki de kendi Kürt kimliğinde şöyle bir ifade de bulunuyor. Kürtler dil bilmezler ama kuşlara bayılırlar.

                Yani onların dil bilmediğine “Türkçe kastı” bakıp, yufka yüreklerini sorgulamayın.

Onlarında uçurdukları hayalleri, hayallerinde hayır ve hasenatları ve umutları vardır.

Yorumlar

Tema Tasarım | Osgaka.com