İnsanın olduğu yerde her zaman iyilikler de kötülükler de var olmuştur. Her birey, toplumsal kuralların dışında, kendi yaradılışı ve ahlaki bakış açısıyla kendine bazı kurallar koymuş veya mevcut kuralları yine kendince hiçe saymıştır.
Sınırları ihlal eden kişilere, bazen yazılı kurallar doğrultusunda cezalar verilirken bazen de yaşanılan toplumun değer yargıları, örf ve adetleri gereği bir takım itibarsızlaştırma, dışlama, kınama gibi yazılı olmayan yaptırımlar uygulanmıştır. “Doğru” denilen şeyin binlerce yıllık yaşanmışlıklar, deneme yanılma yoluyla varılmış sonuçlar üzerinden bir zemine oturtulmaya çalışılması her ne kadar kabul görse bile; kimilerine “doğru” gelen şeylerin kimilerine göre” yanlış” bir durumu ifade ettiği de göz ardı edilemez.
Burada doğru ve yanlış kavramları üzerinde tartışmaya girmeyeceğim, ancak genel anlamda yapılan eylemin bir başkasına, kişinin rızası dışında zarar veren herhangi bir şey olması halinde bunun ağırlıklı olarak “yanlış” olduğu konusunda dünyadaki tüm toplumlar hemen hemen hem fikirdir. Bu noktadan hareketle en küçük topluluk olan aile üzerinde konuyu irdelemek istiyorum.
Günümüzde hayatın eskiye oranla hızlı ve hoyratça tüketildiğini, her şeye, her yere yetişme telaşı içerisinde esasen birçok şeyin göz ardı edildiğini; yıllar geçince veya insanların başlarına kötü bir olay geldiğinde ziyan ettiklerinin kıymetini anladıklarını, pişmanlıklarını duyarız değil mi? En değerli varlıklarımız olarak kabul ettiğimiz çocuklarımızla ilgili şeyleri ne kadar ne sıklıkla ve ne şekilde gözlemliyoruz; çocuklarımızın maddi veya manevi hangi sorununu çözme noktasında zamanında müdahale edebiliyoruz; takdir edilme duygularını yaşamak istediklerinde, sevgiyi hissetme ihtiyaçları olduğu dönemlerde, elimizdeki telefonlara ayırdığımız boş zamanların kaçta kaçını onlara ayırıyoruz hiç düşündük mü? Eminim cevaplar hemen hemen aynı; maalesef çok az…
Genel anlamda biyolojik olarak sahip olmanın dışında fazlaca yaşamına dokunmadığı çocukları ile ilgili insanların, çocuklarının yaşadığı “yanlış” bir olayda, suç işlediklerinde, -biraz da- yaşanılan şeydeki kendi sorumluluğunu kapatma çabasıyla ilk tepkileri genelde: “Benim çocuğum asla yapmaz” oluyor. Çocuğunun yaptığı eylemin gerçekliğini gördüğü an itibaren de ikinci savunma cümlesi yine kendi sorumluluklarını ve suçluluk payını ortadan kaldırmaya yönelik: “Başka çocuklar benim çocuğumu yoldan çıkardı, falancaya uydu, filanca aklını çeldi”, gibi benzeri sözler oluyor.
Şunu öncelikle asla unutmayın! Diğer çocukların ebeveynleri de çoğunlukla aynı şekilde çocuklarının hatalarında sizi ve sizin çocuklarınızı suçluyorlardır. Çözüm, hiçbir hedefe varmayacak suç atmakla, hatayı başkalarına yükleyerek hem çocuğunu hem kendini aklayacağını düşünmekle değil gerçek anlamda çocuklarınızın hayatlarına dahil olmakla başlar. Kolay olan karşı tarafı suçlamak, o an için sizi bazı yaptırımlardan kurtarabilir gibi görünse de ömür boyu yeni örneklerini yaşayacağınız ve sizi asla kurtaramayacak sorunlarla baş başa bırakacaktır.
Asla, “benim çocuğum yapmaz” önyargısı ile çocuklarınıza henüz hak etmediği -ailem ne yaparsam yapayım bana inanır- güvenini ve sizi aldatmasına imkân tanıyacak kozları vermeyin. Öncelikle konuyu araştırın; bu olaydaki sorumluluk noktasında kendi eksiklerinizi tespit edin, akabinde çocuğunuzla ilgili yaşanılan sorun her neyse onun tekrarlanmaması için neler yapabileceğinizi masaya yatırın. Sınırsız güven sınırsız suiistimalleri doğurur. Güvenmek asla tedbir almaya engel olmamalıdır. Çocuklarınızın da sizler gibi insani duygular taşıdıklarını ve her an hata yapabileceklerini düşünerek hayatının her evresinde yanlarında olun. Varlığınızı sadece cep harçlığı verirken, maddi ihtiyaçlarını karşılarken değil her türlü hissettirin. Bu hem çocuklarınızın güvenliği hem de onlara yönelik kötü düşünceleri olan kişileri onlardan uzakta tutmak adına çok önemlidir.
Sevgiyle ve huzurla kalın.
Turan EKİNCİ
Instagram: turanekinci.5560
Turanekinci.te@gmail.com