Tükettiğimiz gıdalarla davranışlarımız ve de algılarımız arasındaki bağlantının henüz çok net anlaşılamadığını düşünüyorum. Tükettiğimiz sağlıklı gıdalardan, sağlıksız gıdalara, antioksidanlardan, yağ ve proteinlere kadar gıdaların içerisinde bulunan bir çok biyobileşenin özellikle beynimiz üzerinde inanılmaz etkileri var.
Beynimiz üzerindeki etkileri derken gerçekten çok da fazla sezemediğimiz, bariz bir şekilde hissetmediğimiz etkilerinden bahsediyorum. Örneğin, süt ve süt ürünlerinin tüketimlerine duyulan “arzu”nun altında sizce ne yatıyor? “Peynirsiz ben kahvaltı edemem” diyen bir kişinin, sizce asıl isteği ne? Neden peynirsiz kahvaltı edemiyor? Ya da peynirsiz kahvaltı ettiğinde neden kendisini huzursuz hissediyor? Size bir örnek daha vermek istiyorum. Örneğin, et tüketiminden uzaklaştığınız, detoks dönemindesiniz. O zaman dilimlerinde “et tüketmeye olan arzu”nuzu bir hatırlayın isterim. Etsiz yemeklerle beslendiğinizde yaşadığınız “doymama” hissinizi hatırlamanızı istiyorum.
Size yine çok enteresan bir şey söylemek istiyorum. Örneğin, dünyada en çok tüketilen domates, patates, patlıcan ve tüm biber türlerinin hepsinin aynı bitki ailesinden, yani “Solanaceae” ailesine ait farklı bireyler olduğunu biliyor muydunuz? Binlerce bitki ailesinden, bizler sadece tek bir ailenin üyelerini seçip, o üyeleri deyim yerindeyse ehlileştirip (yüzlerce domates çeşidi var örneğin), sonrasında onların milyarlarca dönüm arazilerde tarımlarını yapıp, seralarını kurup, milyon tonlarca üretmişiz. O aile adına ne büyük başarı 🙂 Doğada var olma çabasında, Solanaceae ailesi müthiş başarılı. Çünkü kendisinin bu gezegende var olmasını doğrudan insan faaliyetlerine yani tarımına borçlu. Peki işin özünde, biz bu sebzeleri neden tüketiyoruz? Onlarsız mesela neden yemek olmaz diyoruz? Hiç düşündünüz mü? 🙂
Bugüne sorularla başladım. Çünkü gerçekten bizim bilincimizin ötesinde, davranışlarımızı belirleyen çok açık gerçekler var. Sütleri tüketmemizin temel nedeni aslında içerisinde bulunan ve içtiğimiz zaman bizleri rahatlatan “opioid” dediğimiz aktif biyobileşenlerin olması. Benzer şekilde patatese duyduğumuz arzu, domatessiz yemek yapmamamız, biberin her türünü sürekli yemeklerde kullanmamızın altında da yine bir nöroaktif bileşen yatıyor. Şu ana kadar keşfettiğimiz, Solanaceae ailesinin tüm üyelerinin yüksek oranlarda ağrı kesici özellikli “klorojenik asit” bileşenini ürettiği. Elbette çok daha derinlerde, çok farklı ama yine nöroaktif özellikli bileşenler vardır.
Tüm Dünya’da en çok tüketilen kahve de kafein içeriği kadar klorojenik asit de içeriyor mesela. Hatta daha fazla. O nedenle örneğin kafeinli bir jelibon bağımlılık yaratmıyorken, kahve neredeyse onsuz yapamadığımız bir statüde yer alıyor.
Bugün bahsetmek istediğim konu ise tam olarak bu konunun hiç bilinmeyen yönlerinin yavaşça aydınlatılmaya başlanması ile ilgili. Bitkisel proteinlerin, bitkilerde bulunan proteinlerden enzimler ile elde edilen peptitlerinin yani bitkisel protein parçalarının “hafıza güçlendirici” özelliklerinin olduğu yönünde..
Bizi hiç şaşırtmayan bir örnekle başlamak istiyorum. Örneğin cevizin içerisinde yer alan proteinlerin parçalanması ile elde edilen peptitlerin, hafızamızı güçlendirici etkileri olduğu bulunmuş ve hatta bu peptitlerin çay polifenolleri yani çay antioksidanları ile birlikte tüketildiğinde çok daha etkili olduğu, beynimize daha iyi etki ettiği açıkça ortaya konmuş.
Benzer şekilde soya peptitleri, ıspanakta bulunan peptitler.. Her birinin beynimiz üzerinde çok farklı güçte etkileri var. Makaleyi aşağıda ilginize sunmak istiyorum.
Gıdalarda bulunan proteinlerin parçalanması ile elde edilen peptitlerin güçlü antimikrobiyal, antidiyabetik, antikanser özellikleri olduğu çok net biliniyordu. Şimdi bu peptitlere “nöroaktif” peptitler de eklenmeye başladı. Hem de bitkisel nöroaktif peptitler..
Gerçekten çok heyecanlı, bir o kadar bilgi yoğun bir geleceğe doğru ilerliyoruz. İnsan canlısının tükettikleri ve üzerindeki etkilerinin daha detaylı bir şekilde araştırılması, bazı gerçeklerin gün yüzüne çıkması gerekiyor. Beslenme dediğimiz olgunun aslında sadece vücudun gıda ihtiyacıyla ilgili olmadığı, beynimizin de ihtiyaçları ile ilgili olduğu gerçeğini artık net bir şekilde ortaya koymamız gerekiyor. Stresliyken ya da mutsuzken ki tüketimlerimiz “doyma” üzerine değil, “mutlu olma” üzerine mesela.
Tükettiğimiz her gıdanın, beynimizde de yansımaları olduğunu, günü sinirli, mutsuz, umutsuz geçiriyorsak ya da tam tersi enerjik, motive, geleceği görebilen, hayal kurabilen bir yapıda geçiriyorsak bu hal ve hareketlerimizin yine beslenmemizle ilgili olabileceğini asla aklımızdan çıkarmamalıyız.
Güzel, sağlıklı bir gün geçirmenizi diliyorum.