Ana Sayfa Can Kayacılar, Köşe Yazıları 2 Mart 2024 35 Görüntüleme

Herkes İçin Biyoteknoloji

Bazen bazı kelimeleri duyarız, isimlerine aşinayızdır ama ne anlama geldiklerini çok bilmeyiz. Yani aslında konunun detayını bilmediğimiz için, o ismi anlamlandıramayız. Tüm Dünya’da özellikle temel bilimler ve o bilimlerden doğan ileri bilimlerin isimlerinin “tam olarak manasını” çıkartmamız çoğu zaman çok zordur. İşte tam da bu yüzden, örneğin Fen-Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümü’nden mezun olan bir insanın, toplumumuza “işini” anlatması çok zordur, uzun açıklamalar gerektirir. Benzer şekilde biyoloji, kimya için de bu geçerlidir. Hele ki bu temel bilimlerin birleşimlerinden doğan biyoteknoloji gibi ya da biyomühendislik gibi bilim dallarını ve içerisindeki manalarını anlamak gerçekten biraz olsun detaylı bilgiye ihtiyaç duyar.

Ben de tam olarak bu detayları verebilmek için küçük bir yazı kaleme almayı düşündüm bugün. Biyoteknoloji nedir? Ne anlama gelir? Nelerle uğraşır? Biyoteknolojinin geleceğinde ne var? Türkiye biyoteknolojide Dünya’da neden ilk 10’da olabilir? İçimizde var olan biyoteknoloji potansiyelinden bahsetmek istedim.

İsmini de çok rahatça ikiye bölebileceğiniz gibi biyoteknoloji terimi aslında biyoloji ve teknoloji terimlerinin bir arada kullanılması ile türetilmiş bir isim. Biyoloji bilimi yaşamın başlangıcından bu yana milyarlarca senedir dünya üzerinde “Yaşam” kavramından, günümüzdeki tüm ama tüm biyoçeşitliliğe, hayvan davranışlarından, hücrelerimizin içerisinde yer alan organellerin ne iş yaptığına, genlerimizin çalışmasından, derin denizlerde yaşayan canlıların tüm yaşamsal fonksiyonlarına kadar milyonlarca başlıkta araştırmalar yapan, doğanın, yaşamın sırlarını çözmeye çalışan bir bilim dalı aslında biyoloji. Bu bilim dalının teknoloji ile birleşmesinden doğan alan alsında “biyoteknoloji” alanı. Nasıl olduğunu birazdan anlatacağım.

Teknoloji terimi aslında insan canlısının bütüncül aklı kullanarak gerçekleştirdiği “üretim” metodolojisine verilen genel isimdir. Yani teknoloji terimi aslında tıpkı matematik gibi ya da konuşma gibi “insana ait olan” bir alandır. Biyoloji mesela öyle değildir. Biyoloji, insanın doğayı anlama çabasının bilimsel karşılığıdır. Teknoloji ise insan canlısının yaşamını kolaylaştıran, insan canlısının geleceği görebilmesini sağlayan, insan canlısının doğayı anlama çabasında ve doğayı özellikle teknoloji alanındaki üretimlerde taklit etmeye dayalı bir yenilikçi üretim modelidir.

Biyoteknoloji bu gözle bakıldığında, aslında teknolojinin yani insan canlısının geliştirdiği her türlü şeyin, biyoloji alanında yani canlıyı-canlılığı-yaşamı ilgilendirdiği her alanla kesiştiği alanlarda işleyen bir bilimdalıdır. Örneğin, en basitinden evinizde yaptığınız ekmekler, poğaçalar, kekler, tarhana ya da yoğurt üretimler aslında hep bir biyoteknoloji ürünüdür. Çünkü biz bunları üretmeden önce, bunların üretiminde kullandığımız mayaları, biz başlangıçta doğadan izole edip, daha sonra onları geliştirdiğimiz teknolojik aparatlarla yani tanklar, karıştırıcı motorlar, pH-sıcaklık-yoğunluk ölçer sensörler vs. kullanarak, doğayı taklit ederek “üretmişiz”. Üretiminde teknolojiyi kullandığımız bu mayalarla daha sonra aslında bizim “son tüketim ürünleri” dediğimiz ekmeklere, poğaçalara, simitlere kısacası “mayalı unlu mamüllere” çevirmişiz. Yani aslında biyoteknolojiyi kullanarak yine kendimiz için bir şeyler üretmişiz.

Biyoteknolojide bu işin bilimsel ismine “fermantasyon” deniyor. İsmi böyle. Fermantasyon terimi, Latince kökenli bir kelime olan “fervere” fiilinden türemiştir. “Fervere” fiilinin anlamı “kaynamak, coşmak” şeklindedir. Fermantasyon işlemi sırasında mikroorganizmalar, besinleri parçalayarak enerji üretirler. Bu enerji üretimi sırasında hem gaz, hem de çok farklı biyobileşenler de açığa çıkar. Tam da bu nedenle aslında kokusunu duyduğumuzda bizi bizden alan “ekmek kokusu” S.cereviseae türü mayaların, un-su-tuz karışımından beslenip, besin içerisinde sayısını arttırması ve böylece ekmek dediğimiz “mayalı” bir ürünün oluşmasına ve pişerken de muazzam kokular yaymasına neden olur. Aslında doğa ile teknolojiyi kullandığımız her ama her üretimde “biyoteknolojinin bir parmağı” var. Fermantasyon ile günümüzde mayalı unlu mamüller, şaraplar, biralar, peynirler, sirkeler, probiyotik içecekler üretiliyor. Benzer şekilde aslında endüstride de milyonlarca insanın her gün kullandığı insülin gibi ilaçlar, etanol-metanol gibi temel endüstriyel kimyasallar ya da gıdada katkı maddesi olarak kullanılan sitrik asit, c vitamini gibi kimyasal bileşenler hep ama hep benzer biyoteknolojik yöntemler kullanılarak üretiliyor. Bu sadece konunun başlangıcı elbette.

Biyoteknoloji aslında yaşamımızın her alanında var. Bir bitkinin büyümesine yardımcı olabilecek gübreleri geliştirirken de biyoteknolojiyi kullanıyoruz, gazlı bir içecek üretirken de.. Ya da akıllı kol saatimiz nabzımızı ya da kalp atışlarımızı ölçerken de biyoteknolojiyi kullanıyoruz, ya da amansız hastalıkları engellemek için aşılar geliştirirken de.. Doktora gittiğimizde kan şekerimizi ölçerken de biyoteknoloji var, en lezzetli pastırmaları üretirken de. Örneğin, giysilerimizi oluşturan pamuk ipliklerin geliştirilmesinden, en pahalı ipek giysilerdeki ipeğin üretimine kadar her yerde aslında biyoteknolojinin gücünü kullanıyoruz.

Tarımdan, gıdaya, dermokozmetikten, ilaç geliştirmeye, savunma sanayinden, gemi-uçak üretimlerine ya da günümüzde kullandığımız otomobil, buzdolabı, bilgisayar gibi bir çok cihazın içeriğinde bulunan yenilikçi kompozit malzemelerin geliştirilmesinden, Yeni Dünya’nın geleceğinde var olan tüm yeniliklere kadar her ama her alanda var biyoteknoloji.

Çünkü aslında gelecek adına bizler “doğa ile uyumlu” olmak zorundayız. Sanayi devriminin getirdiği doğa ile uyumsuz üretim teknolojilerinden uzaklaşıp, doğa ile uyumlu üretim teknolojilerine geçiş yapmamız gerekiyor. Tam da bu minvalde aslında yapmamız gereken tek şey “biyoteknoloji”nin tüm ama tüm alanlarında ülkemizde de gelişmesine önayak olmak..

Türkiye, Dünya’da biyoteknolojinin nirengi noktalarından biri olabilir. Çünkü ülkemiz yetişmiş insan gücü ile, geleneklerinde var olan biyoteknoloji bilgisi ve biyoteknoloji merakı ile, sahip olduğu sonsuz kıymetteki doğal kaynakları ile biyoteknolojinin ülkenin doğusundan batısına kök salması için yeterli imkana sahiptir. Zaten hepimizin bildiği gibi, ülkemizin özellikle doğal kaynakları ve bunun yanında beyin kaynakları tüm dünya tarafından özellikle de biyoteknoloji alanında yaygın olarak kullanılıyor. Bizim topraktan alıp, ülke dışına çıkarttığımız her değer, biyoteknoloji ile işlenip, bizlere ederinin belki de 100 katına tekrardan bize geri pazarlanıyor.

Amerika Birleşik Devletleri sadece biyoteknoloji sektöründeki Ar-Ge’lere 200 milyar doların üzerinde para harcıyor. Japonya, özellikle endüstriyel biyoteknoloji alanına 50 milyar doların üzerinde, Almanya ise ilaç geliştirmeye yine benzer Ar-Ge bütçeleri ayırmış durumda. Türkiye’nin ise 1 milyar doları geçmeyecek düzeyde bir biyoteknoloji yatırımı söz konusu. Ülkemiz için bir biyoteknoloji yol haritasına, daha detaylı ve özellikle de endüstriyel biyoteknoloji alanına yani biyoteknoloji ile üretime çok ama çok ihtiyacı var. Bu bildiğiniz susuzluk gibi.

Ekmeğin, şarabın, pastırmanın doğduğu, bu açıdan baktığınızda biyoteknolojinin doğduğu bu topraklar, geçmişini yeniden hatırlayıp, geleceğe uzanan yolculuğunda biyoteknolojiyi, gelecek adına kendisine güçlü bir fener yapmalıdır. Özellikle ülkemizin gençlerinin ve diploma yada eğitim farketmeksizin hepimizin kendimizi biyoteknoloji alanında geliştirmeye, biyoteknoloji alanında öğrenmeye, biyoteknoloji alanında üretmeye çok ama çok ihtiyacı va

Yorumlar

İlginizi çekebilir

Burak Elmas Başkan’a mektup

Burak Elmas Başkan’a mektup

Tema Tasarım | Osgaka.com