Ana Sayfa Köşe Yazıları, Prof.Dr.İnanç Özgen 29 Aralık 2024 164 Görüntüleme

Metanet

Metanet elle tutulur, gözle görülür bir nesne miydi? Yoksa hiçbir zaman somut bir nesne olarak tutamayacağımız, aksine dişimizi sıktığımızda acısını duyabileceğimiz fiziki bir dayanma hissinin sızısı mıydı? Sanırım ikinci tanım metanete çok daha fazla yakıştı.

Acılar kürem kürem küreklenince, metanetin de küreklendiğini hissedebiliyorsanız olgun bir meyve olmuş sayılırsınız.

Ama o meyvenin küçük bir mazi rüzgârına kapılıp, kendini mecrasında yalnızlaştığını gördüğünüzde, metanetin sızım sızım ağladığını hissedebilirsiniz.

Metanetin, küreğe dolan toprakla baş başa kalan gidenlerinin ardından, içinize akıttığı yürek sızılarından bir buket çiçek demeti olduğunu da düşünebilirsiniz.

O demette de ki çiçekler zaman içinde teker teker soluverdiğinde, işte metanetin de bu solan çiçeklerle birlikte sulanmaya hasret kaldığını hissedebilirsiniz.

Her hasretliğin, metanetinin duvarlarına çarpan dalgalar gibi, sahilinizdeki taşları istemsizce sürüklediğini görebilirsiniz. İpini koparan itler gibi, gönlünüzden kopan her çakıl taşı, dalgaların buğulandırdığı geçmişinize uzanan bir köprüdür.

Bu ayrıntıyı da unutmayın sakın. Peki, rüzgâra ne demeli. O da metanetin kucağına zamanı mı üfürüyor acep? Sanırım tam da böyle. Metanette bu sert esen rüzgârları zaman içinde sükûnete daldırıyor. Ilıman iklimde eviriyor, çeviriyor, ta ki sahiline yeniden çarpan dalgalarının, çakıl taşlarını götürene dek.
İşte metanet bu ikilem içerisinde, sebat adında bir arkadaşı ile yolculuğa çıkmış. Sebat, metanete göre zorlu yaşam koşullarına daha dayanıklıymış. Aslında ikisi de hem birbirlerinin aynı kaynaktan beslendiğini, bazen tamamlayan, bazen de farklı olduklarını iddia ediyorlarmış.

Yorumlar

Tema Tasarım | Osgaka.com