Gayretullâha dokunmak; kişinin yaptığı herhangi bir işin/eylemin ilâhî gayreti harekete getirecek ve Allah’ın gazabını üzerine çekecek bir sonuç doğurması, Allah’ın gücüne gitme durumudur.Kişilerin başlarına gelenler ile bağlantılar kurularak hikâye edilen bir kaç vak’ayı bizzatihi şahitlerinden dinledim.
Bu gerçek hayat hikâyelerindeki (bu blogda kaleme aldığım ve aşağıda tekraren verdiğim) kişi ve olaylarda gerçekleşenin, zaman ve mekân farklı olsa da hep gayretullaha dokunmaya bağlı olarak gerçekleştiğini, bunu fehmetmek için başka bilgiye gerek olmadığını, ayan beyan sebep sonuç ilişkisi kapsamında bu vak’aların tecelli ettiğinin yorumsuz düşünmek kalıyor galiba kişiye…işte bu hikâyelerden bir kaçı (linkler)…
Ber-dûş ile kabağın sahibi hikâyesi…
“Ber-dûş ile Kabağın Sahibi” ibretlik bir menkibe…bir çoğumuz bilir, bilmeyenler varsa diye alıntıyı aşağıda paylaşıyorum..
Bu yolda her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan, benlikten vazgeçilir, ne varsa gönülde var namına, hepsinden…
Kalender dervişin biri berbere gider.-Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını ustura ile kazımaya başlar. Derviş de aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer dükkândan içeri. Doğruca dervişin yanına gider, dervişin başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak :
– Kalk bakalım kabak kafa, kalk da traşımızı olalım, diye kükrer.
Dervişlik bu ya, sövene dilsiz, vurana elsiz gerekmiş ya…
Kaideyi bozmaz derviş baba. Sesini çıkarmadan usulca kalkar yerinden.
Berber hem mahçuptur, hem de korkmuştur. O da ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber traşa başlar.
Fakat küstah kabadayı traş esnasında da sürekli aşağılamaya devam eder dervişi, alaycı sataşmalar devam eder:
-Kabak aşağı, kabak yukarı…
Nihayet traş biter, kabadayı dükkândan bir hışımla çıkar. Henüz bir kaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır.
Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir/ok karnına dalıverir.
Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür.
Görenler çığlığı basar.
Berber ise şaşkın… bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayrı ihtiyari sorar dervişe:
– Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş de mahzundur, derinlere dalmış gözleriyle düşünceli bir hâlde cevap verir:
– Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helâl etmiştim ancak gel gör ki bu kabağın bir de sahibi var. O gücenmiş olmalı !…
- Baba bedduası ile cayır cayır yanmak…
- Serçenin ahı
- Cimri Firuze’nin Akibeti
Evet, gözlemleyenlerden dinlediğim gayretullaha dokunan yukarıdaki üç vaka ve benzeri durumlarda, cevabın çok hızlı verildiğine şahit olanlar, hayret ve korku ile bunları dile getirirken, sanki o günleri yeniden yaşadılar.
Devesiyle birlikte çölde yürümekte olan bir bedevi, güçlükle yürüyen, susuzluktan dudakları kurumuş bir adama rastlamış. Adam bedeviyi görünce su istemiş. Bedevi devesinden inmiş ona su vermiş. Suyu içen adam birden bedeviyi iterek deveye atladığı gibi kaçmaya başlamış.
Bedevi arkasından bağırmış:
“Tamam, deveyi al git ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma!”Bu isteği tuhaf bulan hırsız biraz duraklayıp, nedenini sormuş:
“Eğer anlatırsan”, demiş bedevi, “Bu her yere yayılır ve insanlar bir daha
muhtaç birini görünce yardım etmez, iyilik yapmazlar…