Birazdan söyleyeceklerimden sonra benim sabah “yok artık daha neler?” cümlesini siz de kuracağınızdan adım gibi eminim :). Çünkü gerçekten öyle..
Hayvancılık ve hayvan ürünlerine olan hassasiyet bir çok nedenden dolayı giderek artıyor. Vegan olmasada, bitkisel ve protein zengini beslenmeye olan ilgi çığ gibi büyüyor. Burada konu, vegan olarak nitelendirilen ürünlerin eldeleri.. Yani “kaynağı”. Kaynak eğer bir hayvansa, vegan olmuyor. Ama kaynak hayvan değilse, o zaman “vegan” diyebiliyoruz.
Şimdi bu köken karmaşasından kurtulup, biraz yediğimiz hayvansal şeylerin temelinde ne var diye “derin bir bakış” atalım.
Et dediğimiz şey, aslında kas hücrelerinin kendisi.. Yani hayvanların kaslarına biz “et” diyoruz, içerisine bir şeyler katıp, öğütüp, şekil verince “köfte” oluyor vs 🙂 Sonuçta o kas hücrelerini öyle ya da böyle tüketiyoruz. Peki bir kas hücresini kas hücresi yapan nedir diye sorarsanız, orada karşımıza “kasılabilme özelliğine sahip” iki tane protein yapısı çıkıyor.. Aktin ve miyozin.. Bu iki protein yapısı, kas hücresinin temel, belirgin proteinleri.. Bunu aklımıza bir yazalım.
Süt dediğimiz nedir mesela? Beyaz, lezzetli sıvı.. Peki beyaz olmasını sağlayan ne? Kalsiyum değil herhalde 🙂 Elbette yine proteinler.. O proteinin de ismi “casein” ya da “kazein”…
Şimdi gelelim “hayvansal” konusunun tartışmalarının kökenine.. Biz bu proteinleri yiyoruz diye “hayvansal” besleniyoruz deniliyor.
Bilim insanları da demiş ki, madem bu proteinler “hayvansal protein”.. Biz de bunları bitkilere ürettirelim 🙂 Böylece kafalar iyice karışsın.. Bunun ismine de Plant Molecular Farming yani bitkisel kökenli moleküler çiftçilik ya da hayvancılık 🙂 Güzel de bir ismi var..
Böylece ne oluyor, peynirin içerisindeki kazein proteini bitkilere ürettiriyorlar ve sonra o bitkiden peynir yapıyorlar mesela.. Bunun bir çok avantajı var.. Bir kere hayvanlar, bu saydığım proteinleri yapmak için sürekli doğayı tüketmek durumundalar.. Ama bitki bu proteinleri üretmek için “güneş enerjisini” kullanıyor. Arada muazzam bir karbon ayak izi farkı var.. Sürdürülebilirlik farkı var..
Laf aramızda biz bu olağan üstü heyecanlı bilim seviyelerine ne zaman geleceğiz? Hep bunu soruyorum kendi kendime. Maddi gücüm çok olsa, muhteşem ekipler kurup böyle çalışmaları hiç durmaksızın, bir saniye bile durmadan başlatırım. Çünkü bunlar sadece bizim değil, çocuklarımızın, bu ülkenin geleceği. Yapmamız lazım. Öyle demeden, böyle demeden, “amaan canım” demeden. Çünkü özellikle biyoteknoloji alanındaki bu çığır açıcı çalışmalar, geleceği de yakalayan çalışmalar.. Dünyanın gerisinde kalma burukluğunu gelecek nesillere yaşatma gibi bir ihanetin içerisinde olmamalıyız. Eğer biz bugün, bunları görüyor, biliyor ve bu gibi konularda harekete geçmiyorsak, şimdi daha zamanı değil diyorsak bu bizim suçumuz, bu bizim ayıbımız.
Görseldeki örnek çok uç bir örnek.. Ama neden olmasın? Olabilir elbette.. Yapmalıyız.