Üzerine çok efsaneler yazılmıştı. Keban ilçesinin Nimri köyünde doğmuştu. Söylentiye göre İstanbul Kapalı çarşıda halı tüccarlığı yaparken ve o çarşının sayılı zenginlerden biriyken, kardeşi ve eşinin onu iflasa sürüklemesi ile ruh hali bozulan bir adam. “Deli Süleyman.” Sözlerinin bazı yerlerinde, “”Nimri Bayındır, insanları hayındır.” lafını tekrarladığı bilinirdi. Deli miydi, yoksa akıllı mıydı, koca soru işaretiydi. Günün birinde babamdan bir postal isteyip, dönemin karakol komutanı tarafından hediye edilen postalı, birinin altındaki çizgi sayısı 41, diğerinin çizgi sayısı bir eksik diye geri veren ve zorla giymesi için ikna edilen deli yürekli bir adam. Yine kendisine verilen ceketi, “Bu ceketin kolu diğerinden daha uzun” diye kabul etmeyen biriydi. Yalnızlığını eski ankesörlü telefonun avizesini kaldırarak, oradan gelen otomatik uyarı konuşmasını dinleyip cevap vererek geçirdiği günlere de rastlanmıştı. O KONUŞURDU AMA, AVİZE AYNI TONDA VE AYNI KELİMELERLE ONU SESLENİRDİ.
Genellikle, görenler ondan bir iki adım öteye kaçar, çocukların çoğu da onunla dalga geçerlerdi. Yüzündeki ifade hiç bir zaman değişmezdi. Alt çenesi çıkık, üst dudağının üstünü örten cinsten, dişleri dökülmüş, biraz Temel reis bakışlı, biraz mahzun ve tüm umutları elinden alınmış, hoyrat bir rüzgârın savurduğu ölüm mahkûmu gibiydi. Sen konuşurdun ama o dinlemezdi. Beynindeki sözcükleri sıralamak onun birinci önceliğiydi. Safinaz’ı yoktu.
Ayakkabıları asker postalıydı. Yaz kış demeden o ayaklar, o postalın içinde kavrulur dururdu. Çok sık görünmezdi. Demir bir nesneye tutunmadan konuşmazdı. O demirden manevi destek mi alınırdı bilinmez. Hazreti Davud (A.S.) ‘da demir ustasıydı. Oğlunun ismi de Hz Süleyman’dı
Namı değer Deli Süleyman’ın ağzından Hazreti Yunus’un balığın karnına düştüğü zaman ki duası düşmezdi. Babam öğretmişti bu duayı. “La ilahe illa ente subhaneke inni küntü minezzalimin”. “Senden (Allah’tan) başka ilah olacak yoktur, Sen her türlü noksanlıklardan ve ortaklıktan berisin.”
Babamı her gördüğünde, sen bana bu duayı öğrettin ya, ben de bu duayı sana okurum babından hoş kişilik yapardı. Bir o kadar da düşünceliydi. Bir şey verildiğinde kolay kolay almaz, alırken de bir demire tutunur, öyle alırdı. Arada istiklal marşının iki kıtasını okur, Fatih Sultan Mehmet’ten Kanuni’ye bazı lafları anlaşılmayacak şekilde eveler, gevelerdi. Onları dinledikçe, Dede korkut hikâyelerini veya Evliya Çelebi’nin seyahatnamesini dinler gibi hissederdik kendimizi. Fatih Sultan Mehmet’i çok överdi. Hatıralarımda kalmıştır. O dönem Ortaokul lise çağlamızdı.
Geceleyin nerede kışladığı, pardon uyuduğunu bilmezdik. Çünkü çocuk gözünde, kışlamış gibi ifade edilen mağaralarda uyuduğu söylenirdi. Kalın asker paltosu da kışlaması için ideal bir örtü gibiydi. Parkasının sağ ve sol köşelerinde görülen griye dönmüş pamuksu yakalıklar sanırım onu o mağarada ısıtırdı. Sobanın başındaki işçilerin gel ısın dediklerinde, “Isınmayayım, alışmayayım, ısınmayayım, alışmayayım” diyerek mağara yaşamındaki soğuğun ve sığınmanın etkisini hafifletmeyi bilinçaltın okuma yaparak gerçekleştirirdi. Çay ısmarlayan gençlerin, bizde mağarana gelip çayını içelim şeklindeki şakavari tekliflerine “Benim karım kızım yok ki size hizmet etsinler” şeklinde masumane cevapla, cevaplıyordu.
Günün birinde babam hasta oldu. Evde yatıyordu. Annem, kapıda misafir var dedi. Nereden duymuştu, kim söylemişti bilmiyorduk. Deli Süleyman kapıda, geçmiş olsun için gelmişti. Biraz oturdu. Annem, yeni hazırlamış olduğu soğuk hoşaftan ikram etti. Tepsiyi aldı. İlk defa onu otururken görmüştüm. Hoşafı bir iştahla içmeye başladı. Ama bir kaşıkla aldığı hoşafta kaşığı yere bırakıp, diğer eliyle tekrar eline aldığı kaşığı ağzına götürürdü. Yedikten sonra müsaade istedi ve kalktı.
Kendisi aslen Aleviydi. Öyle söylenirdi. Ama alevi inancının vermiş olduğu özgürlükçü yapının aksine, zaman zaman muhafazakâr çıkışıyla farklılık arz ederdi. Bir gün arkadaşın başı açık öğretmen annesine, ”Ayıptır hoca hanım, ört başını” şeklinde seslendiği de duyulmuştu.
Allah tahsisatını affetsin, mekanı cennet olsun. Keban Barajı çocuklarının ve insanlarının beyninde yer tutan müstesna bir kişilikti.
Sağlıcakla kalın.